İstanbul Sözleşmesi Yaşatır

Şiddet, genel hatlarıyla insan yaşamının her alanında karşılaşılan ve dünyada giderek önemli duruma gelen bir toplum sağlığı sorunudur. Şiddet aynı zamanda insan hakları ihlalidir.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’ne göre şiddet, “fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit veya gerçeklik biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda, şiddete uğrayan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol açması veya açma olasılığının bulunması" durumudur. DSÖ’ye göre aile içi şiddet, “yeni veya eski erkek partnerleri tarafından erişkin ve genç kadınlara karşı zorla uygulanan cinsel, ruhsal ve fiziksel davranışlardır.
Kadına yönelik şiddet her kültür, toplum, gelir ve eğitim düzeyinde olabilir. Yapılan araştırmalara göre her iki kadından biri yaşamlarının herhangi bir döneminde şiddete uğramaktadır. Bunların arasında dile getirilmeyen duygusal ve sözel şiddet bulunmamaktadır. Susan veya korkan ya da duygusal şiddeti fiziksel olmadığı için normalleştiren toplum veya sosyal çevreler de ihtimaller içine alındığında oran yükselmektedir. tüm şiddet türleri dikkate alındığında bu oran daha da yükselmektedir. Ülkemizde ise kadına yönelik şiddet ne yazık ki %50'nin üzerindedir.
Tüm bu verilere karşın İstanbul Sözleşmesi kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi ve şiddetle mücadele edilmesine destek olmak için tasarlandı ve 11 Mayıs 2011 tarihinde imzaya açıldı. Sözleşme İstanbul'da imzaya açılmış olması sebebi ile kısaca "İstanbul Sözleşmesi" olarak bilinmektedir. 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir ve Türkiye 11 Mayıs 2011'de Sözleşmeyi ilk imzalayan ve 24 Kasım 2011'de parlamentosunda onaylayan ilk ülke olmuştur.
Dünyanın pek çok yerinde rastlanan bu insan hakları ihlalinin önüne geçilebilecek ve hukuki bağlayıcılığı olan mücadele yolunun ne yazık ki 20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan 3718 sayılı karar sonucunda feshedilmesine karar verildi.
Doğacak kız çocuklarından en yaşlısına fark gözetmeksizin yalnızca cinsiyeti sebebi ile gösterilen şiddetten, taciz ve tecavüzlerden, artık yer zaman fark ettirmeyen ve cesurca yapılmasına sebep olan işleyişlerden, psikolojik olarak uğradığımız saldırılardan, arabamızı uzağa park edememekten, değişen saat uygulamaları sebebiyle düşen hayat kalitemizi değil hayatımızı düşünmekten, mağdur olmaktan, unutulmaktan, korunma ihtiyacımız olmasından, kısacası hak ve özgürlüklerimizin elimizden alınmasından yorulduk; ölüyoruz!
Halbuki biz doğuyoruz! Eşit hak ve özgürlüklerle. Yaşanmayı bekleyen hayata karşı yaşama hakkımızı savunmak değil biz de olduğu gibi hayatı yaşamak istiyoruz. Gördüğümüz gibi, dokunduğumuz gibi, duyduğumuz gibi. Sansürsüz. Biçilen bariyerlerin içinde veya dışında değil hayatın tam ortasındayız, buradayız! Bir diğer hem cinsimiz için haykırırken boğazımız şişsin ya da düğümlensin istemiyoruz. Dayanacağımız kanunlar tıpkı yaşama hakkımız gibi elimizden alınmasın istiyoruz. Yalnızca isimlerin değiştiği arka arkaya gelen haberlerin hangi biri için çığlık atacağımızı düşünmek istemiyoruz. "Biliyor musun ben de o metrodaydım" cümlesindeki biliyor musun sorusunun ben de olabilirdim olduğunu yalnızca kadın olduğumuz için tüylerimiz diken diken olarak içselleştirmek istemiyoruz. Biz bozuk ruh sağlıklarıyla nasıl ki bilim ilgileniyorsa hakkımızda verilen bu ilkel hükümler karşısında da anayasal hakkımızla; "İstanbul Sözleşmesi" ile durmak istiyoruz. Biz artık şiddet dursun istiyoruz.
Tekrarlamakta fayda olacaktır; biz sahip çıkılmak değil, hakkımız olanı istiyoruz. Sahip çıkılmaktan öte yaşamaya ihtiyacımız var! Dümdüz olduğu gibi yaşamaya. Bizi de "İstanbul Sözleşmesi Yaşatır"